Doç. Dr. Güler Demir
Jack London’ın dev yapıtlarından Türkçeye “Sevginin Katıksızı” olarak çevrilen “Michael, Brother of Jerry” başlıklı romanında bir köpekle tanışırsınız. Köpek temalı kitap aynı zamanda sirklerin ışıltılı görüntüsünün arkasındaki gerçeği çarpar insanın yüzüne. İnsanları güldüren, eğlendiren hayvanların performanslarını sergilemek için ödedikleri bedeller çok ağırdır. Kitabın birbirinden anlamlı mesajları arasında sirklerin arka planı ile ilgili olanı yürekleri sızlatır: “O cesur gösteri ve performans ışıltısının arkasında bulduğum şey hiç de hoş değildi. O kadar korkunç bir bedeldi ki. Bunu bilen hiçbir normal insan, bu gösterileri izlemekten hoşnut olamazdı”
Sirkleri yaratan ve hayvanları insanların “emrine amade kılan!”, onları bir araç, bir meta gibi gören zihniyet, ne yazık ki varlığını hep sürdürmüş ve sürdürmektedir. İnsanları eğlendiren havai fişekleri kaç kuşun canını yakmıştır mesela? Gözleri oyulan kediler, ağaca asılarak silahla vurulan tilkiler, araçların arkasında sürüklenerek acı içinde ölen köpekler ve daha niceleri sosyal medyanın haberleri arasında en sık rastlanılanları.
Hayvanlara yaklaşımın görece daha iyi (!) örnekleri de var tabii. Mesela, güvenlik sağlamak için, evleri, mal ve mülkleri korusun diye evlerin bahçelerinde zincirlenerek bağlanan köpekler; kız ya da erkek arkadaşlara süs eşyası gibi özel günlerde hediye edilen ve daha sonra artık eğlenceli olmadıkları düşünüldüğü için ya da bakımları zahmet verdiği için sokağa atılıveren köpekler.
Evini taşıdığı için, hamile kaldığı için, konu komşu şikâyet ettiği için vs. vs. köpeğini atan insanları da unutmayalım. Gerekçesi çoktur bu insanların ve kolayca vazgeçerler. Arkalarında bıraktıkları hayvanın gözlerindeki acıyı görmez, alışık olmadıkları sokak kanunlarına nasıl adapte olacaklarını, açlık ve susuzluk ya da hastalıklarla nasıl bir mücadele vereceklerini de düşünmezler. Bu masum varlıkların çoğu zaten uzun yaşayamaz. Ya kışın dondurucu soğuğunda aç susuz donarak ölür, ya da daha kötüsü şiddet ve tacizi yaşarlar. Terk edilmenin acısı da bir başka boyut. Bazen de hızla geçen bir aracın altında ezilirler. Araç sahipleri ise araçlarının zarar görüp görmediği ile ilgilenir, yaralı ve kurtarılabilecek durumda olsa dahi o kıvranan canlıya göz ucu ile bakmazlar.
İnsanın kendisini evrenin hiyerarşisinde en tepede gören, kendisini evrenin tek sahibi, kendisi dışındaki varlıkları ise ikincil hatta çok daha geri planlarda gören bencil yaklaşımı vicdan ve değer yargılarını çoktan yitirmiştir. Sokakta bağıra çağıra oynayan çocukların sesleri ya da yan daireden gelen bebek ağlaması onlar için gürültü kirliliği değilken, köpek havlamaları konforlarını bozan mekanik bir sesten öte değildir. Oysa durağan sessizlik ölümün kendisi, bu sesler ise hayatın kendisidir. Azınlıkları oluşturan hayvan severler için ise o sesler kaygı konusudur: “açlar mı?” “susuzlar mı”? “korkuyorlar mı?” “hastalar mı?”. Sokak hayvanları dile gelseler, belki de tek istediklerinin bir kap yemek, biraz da su ve en çok da sevgi olduğunu söylerlerdi. İnsan, hiçbir çıkarı olmadığı yerde mazlumu temsil ettiği zaman insandır! Hadi sevgi vermiyorsunuz, bari canlarını yakmayın! Oradan buradan kovmayın! Üstünden araçla geçip sonra da “pardon görmedim” dediğiniz can, sizin çocuğunuzdan farksız ya da daha değersiz değil çünkü onun da canı yanıyor, o da özgür bir yaşam hakkı istiyor. Onu koruyan mekanizmalar yok, şikâyetlerini söze dökecek dili yok, kısacası insanın sahip olduğu tüm güçlerden yoksun!
Keşke bazen olanaksız görünen şey gerçekleşse dediğiniz oldu mu? Şüphesiz çokça olmuştur. İşte benim en çok istediğim şeylerden biri de bu: “O hayvanlar dile gelsinler ve sizlerden tek tek hesap sorsunlar diye diliyorum!…