Doç. Dr. Güler Demir
Hepimizin bildiği gibi Maslow’un hiyerarşisinde gereksinimler beş kategoride değerlendirilir: fizyolojik gereksinimler; güvenlik gereksinimi; aidiyet gereksinimi; saygınlık gereksinimi ve kendini gerçekleştirme gereksinimi. En alt kategoridekiler, temel gereksinimlerdir ve onlar giderilmeden daha üst kategorilerdekilerden söz etmek dahi anlamsızdır. Karnı aç olan insan kitap okuyamaz çünkü açlık dürtüsü buna izin vermez. Yemek yeme, temel bir gereksinim ve fizyolojik olarak var olmanın ön koşuludur.
Yemek, şüphesiz, sosyal yapı, kültür, psikoloji vb. birçok öge ile de ilişkilidir. Ancak açlıktan ölmek üzere olan bir insanın önüne konulan yemeği yemeden önce “Bu acaba hangi yörenin mutfağından geliyor?” ya da türevi sorular sorduğunu hayal edebilir misiniz? Tabii ki hayır! Bu kişi önüne ne konulduğunu umursamadan yer çünkü çok açtır!
İnsan zihninin bu tür sorularla meşgul olması için hiyerarşinin alt kısmında yer alan o güdülerinin çoktan doyurulmuş olması gerekir. Çoktan doyurulmuş olan beden, zihnin odağını farklı yönlere çevirir. Böylece hiyerarşinin üst basamaklarına atlama şansı ya da lüksü elde edildiğinde konu yemek yeme eylemi ise (ki bu kimileri için konu bile değildir) çeşitli perspektifler ortaya çıkabilir. Bunlar, “uyumak kadar doğal bir eylem olması”; “özel ilgi alanı olması”; “mutfak bilimi gibi bilimsel bağlamda ele alınabilmesi” ya da “varlıklı olma ve statü gibi niteliklerin göstergesi olması”…
Medyada hızla yayılan yemek programları, nelerin, nasıl yapılıp yenildiğini (!) sergiliyor. Karideslerin, kalamarların, kırmızı etlerin, beyaz etlerin ve bunun gibi zengin menülerin gövde gösterisi yaptığı bu programlar, farklı coğrafyalarla da süslenip bezeniyor. Ve ortaya koskocaman iki farklı sınıf çıkıveriyor: Giden, gören, gezen, yiyip içenler ile gidemeyen, göremeyen, gezemeyen, yiyip içemeyenler. Geçim derdi ile çıkmaza giren, çocuklarını komşularına bırakarak ölüme yürüyen eşler ve açlıkla sınanan yaşamlar… Bir yandan da böyle programlar. Gülmek mi ağlamak mı gerek?
Bu tür programlara, ev ekonomisinin bir parçası olarak mutfak; tüketimin dengeli olması, sağlıklı ama herkesin erişebileceği uygun fiyattaki ürünler konu olsaydı, sınıflar arasındaki barikatlar da bu kadar yükselemezdi. Utanması gerekenler temel mutfak malzemelerini dahi alamayanlar mı yoksa bu duyarlılığa hala uzak kalanlar mı? Pahalı ürünler ile özel menüler oluşturmak isteyenlerin yararlanabilecekleri ortamların sayısız olduğu dijital dünyada bu tür programlar nasıl anlamlandırılabilir? Yoksa bu da gösterişçi tüketimin bir yansıması mı?
Halil Cibran’dan bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
“Allah bütün karnı tokları doyursun…”