İstanbul’un tarihî yarımadasındaki önemli semtlerde asırlık camiler, kubbeler, külliyeler ve hamamlar geçirdikleri restorasyonlarla daha uzun yıllar ziyaret edenlerin hizmetine sunuluyor. İstanbul’un tarihi kısaca incelediğimizde onlarca yıldır birçok medeniyetin yuvası olduğunu görmekteyiz.
Özellikle İstanbul’un yarımadası ziyaret edildiğinde geçmişe yön veren büyük medeniyetlerin bırakmış olduğu eşsiz eserler görülür. Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Yeni Camii, Rüstem paşa Camii bunlardan sadece bir kaçı. Osmanlı’dan kalan eserlerden söz edildiğinde ise aklımıza ilk gelen camiler oluyor. Sizler için İstanbul’da gezilmesi gereken beş camiyi listeledik.
SÜLEYMANİYE CAMİİ
Okullarda bizlere öğretilen “Ayasofya Camii’nden daha büyük bir cami yaptık”klişesinin dışında daha derin ve görkemli bir tarihi vardır Süleymaniye Camii’nin. 1556 yılında batılı ülkelerin Muhteşem Süleyman diye adlandırdıkları Kanuni Sultan Süleyman tarafından, Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Yapımı bir yıl içerisinde tamamlanan cami, Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli örneği olma özelliğini taşıyor.
Pek çok deprem geçirmesine rağmen tek bir duvarında bile çatlak olmamıştır. Süsleme açısından sade, ama teknik açıdan zengin olan Cami İstanbul’un en büyük camisi olma özelliğini taşıyor. Mimari bir deha olan Mimar Sinan, Süleymaniye Camiini kandillerini cami içi hava akımını hesaplayarak öyle bir yerleştirmiştir ki; İçerisindeki hiçbir kandil is tutmamaktadır.
Rivayete göre dört minare, camii yaptıran kişinin İstanbul’un Fethi’nden sonra dördüncü hükümdar olduğunu simgeler.
Minarelerin şerefelerinin toplam sayısı ise Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Sultan Osman Gazi’den sonra onuncu padişah olduğunu belirtir. Camii ön kısmının iki yanındaki minarelerde ikişer ve avlunun sonunda iki minarede de üçer şerefe olup dört minarede toplam on şerefedir ve alt kısımlarında sarkaç süslemeleri vardır. Yine Camii’nin ön kısmıyla iki yanında bulunan üç güzel kapıdan içeri girilir. Bu kapıların üstleri yassı kemerlidirler. Kemerin üzerinde de süslü oymalar vardır.
Kubbenin etrafında yirmi dört kubbe ve bir o kadar da sütunlar ile bir daire oluşur. Ön kısmında bulunan kapıya en yakın olan iki sütun somaki taşındandır. Yapı Osmanlı Mimari usuller gözetilerek yapılmıştır.
ORTAKÖY CAMİİ
Neo Barok dönemi tarzının en büyük özelliklerini yansıtan Ortaköy Camisi diğer adı ile Büyük Mecidiye Camisi, 1853’te dönemin padişahı Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a yaptırılmıştır. Duvarları beyaz kesme taştan yapılan caminin diğer büyük camilerde olduğu gibi Harim ve Hünkâr bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşur. Tek kubbesinin duvarları pembe mozaikten yapılmış olan Cami, Anadolu’yu Avrupa’ya bağlayan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün önünde eşsiz bir görsel oluşturur. Uzun ve ince bir restorasyonun ardından 2014 yılında ibadete açılan Ortaköy Camii, geniş ve yüksek pencereleri Boğaz’ın değişken ışıklarını içine taşıyacak biçimde düzenlenmiştir.
YENİ CAMİİ
Marmara Denizinden “Altın Boynuz” şeklindeki Haliç’e girildiğinde Eminönü’nde insanları kucaklarcasına karşımıza çıkar Yeni Cami. Diğer adıyla Valide Sultan Camii olarak da bilinen yapının inşasına 1598’de başlandı. Osmanlı Padişahı III. Murad’ın eşi Safiye Sultan’ın isteğiyle yaptırılan eser Mimar’ının ölümünden, yolsuzluklara, sel basmalarından, yaşanan entrikalara kadar yaşanan sıkıntılar sonucu 65 yıl sonra 1663’te tamamlanabildi.
Ayrıca Cami’nin en bitirilmesinde mimar Dalgıç Ahmed Ağa ile Mustafa Ağa’nın payları vardır.
Tarihi dokusu bozulmadan bu günlere gelen eser ile bilhassa merdivenlerinde devamlı güvercinler bulunur. Yem satıcıları, küçük kaplara koydukları yemleri İnsanlara satarlar. Yerli ve tabancı pek çok turist bu yemi alır ve güvercinlere atar. Bundan dolayı güvercinler buranın müdavimi olmuştur. Günümüzde güvercinlerle resim çektirmeyenimiz hemen hemen yok gibidir.
Merdivenlerinden içeri avluya girildiğinde insanı büyüleyen yapı ruhani olarak insanı hemen etkilemekte. Eminönü ve Mısır çarşısı gibi merkezin içinde olduğundan her daim kalabalık bir mekân. Yeni Cami, Osmanlı ailesi tarafından yaptırılan son büyük camidir. Temellerine binlerce yağlı kazık dikilmiştir. İlk yapıldığı zamanda denize sıfır idi. Cami, plan bakımından Süleymaniye ile benzerlikler gösterir. Kubbe dört büyük fil ayağı üzerine oturtulmuştur.
Her yarım kubbeyi tutan kemerler sepetkulpuna benzeyen basık kemerlerdir.
Cami dışında Safiye Sultan için yapılan özel bir daire de bulunmaktadır. Cami’den ayrı bir köşk içinde bulunan dairede Ramazan aylarında Valide Sultan bu köşke gelir, iftar eder, teravih namazım kılar, vaaz dinlerdi.
BEYAZIT CAMİİ
İstanbul’un yakın tarihine tanıklık eden ve aynı zamanda meydanına da ismini veren Beyazıt Camisi, Osmanlı Devleti’nin 8. padişahı olarak bilinen, babası Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün ardından tahta çıkan ”Sofu” lakaplı Sultan 2. Beyazıt tarafından, 1501 ile 1506 yılları arasında yaptırıldı. Evliya Çelebi’nin Külliyat olan Seyahatnamesinde yazdığı bilgilere göre caminin açılışında ilk namazı padişahın kendisi bizzat kıldırmıştır.
5 asır boyunca depremlere, yangınlara meydan okuyarak ayakta kalan Beyazıt Camii, İstanbul’da orijinalliğini koruyabilmiş en eski camilerindendir. Cami zamanın, yıldırım düşmelerin ve depremlerin neden olduğu yaralarını sarması ve gelecek nesillerin ibadet etmeleri için sık sık restorasyonlar geçirmiştir.
Beyazıt’daki İstanbul Üniversitesi’nin Meydanı karşısında bulunan caminin mimarı henüz bilinmiyor.
Caminin yapımında, Mimar Hayreddin, Mimar Kemaleddin ya da Yakupşah bin Sultanşah’ın başmimar olarak görev almış olabileceği tahmin edilmekte.
Ayrıca Caminin sağındaki minare, Selçukludan Osmanlı’ya geçişin İstanbul’daki ”tek örneği” olarak gösterilmekte. ”Küçük kıyamet” olarak nitelendirilen ve İstanbul’u yerle bir eden 1509 depreminde çöken kubbesine, Mimar Sinan’ın ilave kemer yaparak camii sağlamlaştırmıştır. Camii, Bizanslılar döneminde “Theodosius Forumu” olarak adlandırılan Beyazıt meydanına, İstanbul’un Fethi’nden sonra şehre inşa edilen ikinci büyük “Selâtin” camii olarak kayıt altına alınmıştır.
Ana kubbede 20, diğer kubbelerde ise 7’şer adet pencere bulunmaktadır. Camide 24 kubbeli revaklarla çevrili olan kare şeklinde son cemaat avlusu yer almaktadır. Avlu zemini mermerle kaplıdır ve orta bölümünde şadırvan bulunmaktadır. Üstü açık olan şadırvan, IV. Murad döneminde çevresine dikilen sekiz sütun üzerine oturtulan kubbe ile örtülmüştür.
Not: “Selâtin Cami” Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sultanların yaptırmış oldukları camilere verilen isimdir.
ŞEMSİ PAŞA CAMİİ (KUŞ KONMAZ CAMİİ)
Yapımı Osmanlı’nın Parlayan yıldızı Mimar Sinan’ın son yıllarına denk gelen Şemsi Paşa Camii, 1580 yılında Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan‘a yaptırılmıştır.1588 yılında Mimar Sinan tam 90 yaşında bu eseri yapması onun ne kadar Hayranlık verici bir Mimar olduğunu kanıtlar niteliktedir. Şemsi Ahmet Paşa Camisi inşa özellikleri bakımından Mimar Sinan üslubunun en güzel örneklerinden olup küçük ve şirin bir camidir. Cami, Külliye ve Türbe olmak üzere 3 bölümden oluşurken içerisinde bir de kütüphane bulunmaktadır.
İstanbul’un tarihi ilçelerinden biri olan Üsküdar sahilinde bulunan Şemsipaşa caminin halk adındaki adı ise Kuşkonmaz camidir. Camiye, Kuşkonmaz cami denmesinin nedeni ise şöyledir.
Rivayet odur ki; Camiye adını veren Şemsi Ahmet Paşa 1500’lü yıllarda yaşamış olan, sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile büyük bir rekabet halindir.
Sokullu ile bir araya geldiklerinde sürekli çekişirlermiş. Bir gün bir aradayken Sokullu Mehmet Paşa’nın Sultanahmet Caminin yanı başında yaptırdığı, Edirne’deki Selimiye Caminin minyatürü olan cami ile ilgili Şemsi Paşa Sokullu’ya der ki; “ Efendim, bir cami yaptırmışsınız. Camii çok güzel rolex replika saat fakat güvercinler camiyi pisletmişler.” Sokullu da Şemsi Paşa’ya hitaben “ Efendim, Allah’ın yarattığı mahlûkattır. Normal bir durum, engel olamazsın” der. Muhabbet böyle kapanır.
Zaman gelir Şemsi Paşa da gelecek nesle kendinden bir hatıra kalsın diye bir cami yaptırmak ister. Aklına da Sokullu ile olan konuşması gelir. Kendi kendine eyvah! Ne yapacağız? Bir laf çıktı ağzımızdan bizi ne duruma düşürdü, diye düşünür. Buna çözüm bulmak için dönemin en iyi mimarlarından olan Mimar Sinan’ın kapısı çalınır. Durum anlatılır. Mimar Sinan kısa bir araştırma ve gözlemden sonra mimari dehasını kullanarak, Üsküdar sahilinde kuzeyden ve güneyden gelen rüzgârların kesiştiği bir noktayı tespit eder. Mimar Sinan bu noktada dalgaların kıyıya vurmasıyla oluşan titreşimlerin kuşları rahatsız ettiğini gözlemler. Camii işte tam bu alana yapar. Şemsipaşa cami o gün bugündür avlusuna kuşların konmadığı bir cami olmuştur. Halk tarafından Kuşkonmaz cami adı da bundan dolayı almıştır.
Evliya Çelebi Külliye için şu cümleyi söylemiştir. “Sahilde küçük bir camidir ama o kadar şirin bir bina olmuştur ki denizden gören bir kasr-ı müzeyyen zanneder” (Kasr-ı Müzeyyen, süslü saray demektir.)