Dr. Hamit Kurt
Son vapur yorgun bir canlı edasıyla iskeleden yavaş yavaş ayrılıyordu. Soğuk ve rüzgarlı bir akşam üstüydü. Vapur iskeleden ayrılırken sisli havanın arasındaki şehir, büyüleyici ihtişamıyla el sallıyor gibiydi. Sultan Ahmet Camisi, Ayasofya, Galata Kulesi, Kız Kulesi ve dahası..
Geçen her senenin ardındaki bu enfes tarihi doku, geçen yıllara inat, insanı içine içine çekiyordu. Tutkulu şehirde bir yıl daha geçiyordu insan ömründen, hüznü kederi geride bırakarak….
Sıkı sıkıya giyinmiş, her gün o yakadan diğer yakaya geçen şehrin müdavimlerinin yüzlerinde koca bir yılın yorgunluğu aksediyordu vapurun içine.
Biraz hüzün, biraz umut, karmaşık duygular içindeydiler sanki. Kimi koltuğuna yaslanmış derin bir uyku çekiyor, kimi buğulu cama kafasını dayamış, şehrin gizeminde hayalleriyle boğuşuyordu. Kim bilir; belki de yeni yıl onlara yeni bir umut, yeni bir heyecan getireceğin habercisiydi.
Martıların inişli çıkışlı manevraları, vapurun etrafında halkalar oluşturuyordu. Zaman zaman vapurdan atılan simit parçaları manevraların ahengini bozuyordu. Ekmek mücadelesine sahne oluyordu boğazın mavi ve soğuk suları.
Şehrin üstünü kapayan sisli havaya, karanlık da siyah çarşafını sererek uyumlu dayanışmayla geçen yılı karartarak, aydınlık bir yılı hazırlıyor gibiydiler….
Vapur iskeleden ayrılalı epey zaman olmuştu. Varış noktasına gelindiğinde, varılan nokta bir sonraki günün başlangıç noktası olacaktı… Yolcular yılın son gününde biraz telaş biraz da soğuktan hızlı adımlarla ara sokaklarda karanlığa karışmıştı, koca bir yılla beraber…
Zaman insanın aleyhine işlemeye devam ediyordu. Bir dakika, bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl… Geçen koca bir yıl, 365 gün, 6 saat daha olmuştu.
İnsanoğlunu kendini yok etmeye devam ediyordu, bir yılı daha devirerek…