Doç. Dr. Güler Demir
Medyada henüz on sekiz yaşında intihar eden bir gencin arkasında bıraktığı mektup, gencin kendi ifadelerinde de geçtiği gibi “daha iyi bir dünya için” elinden geleni yapan, ama tersi ile karşılaşan bir insanın düş kırıklıklarının ürünü. Artık onu yaşama bağlayacak hiçbir şey kalmadığının, yaşama sevinci ve umutlarının tamamen tükendiğinin göstergesi. Bu mektup belki de tek başına artık sıklıkla okuduğumuz, duyduğumuz tüm diğer intihar haberlerinin arka planını sunuyor.
İntihar, TDK’nin tanımı ile “bir kimsenin toplumsal ve ruhsal nedenlerin etkisi ile kendi hayatına son vermesi” demek. Burada ruhsal nedenlerin altını çizmek kolay. Ruhsal durumu bozukmuş zaten deyip işin içinden çıkanlar da çok bu yüzden. Hatta bütün intiharlar için bu söylemi kullanmayı çıkış noktası durumuna getirenler de çok sayıda. Peki ama bir insanın ruhsal durumu durup dururken neden bozulur? Burada altı kalın çizgilerle çizilecek can alıcı yer aslında “toplumsal sorunlar” değil mi? İkisi de birbirine entegre değil mi? İçinde yaşadığı toplumsal yapı gereksinimlerine yanıt vermeyen kişinin yabancılaşmasından, ruhsal durumunun bozulmasından daha doğal ne olabilir?
“Hassas kalpli diyebileceğiniz insanlardan birisiyim” diyor. Tıpkı Goethe’nin dediği gibi dünya hassas kalpler için bir cehennem değil mi zaten? “İnsanları incitmemeye özen gösterdim”, “değerli hissetmelerini sağladım”, “çokça empati yaptım”, “merhametli oldum”, “yemekten arta kalanları çatıya kuşların aç kalmaması için attım” vb. pek çok ifadesi, sevgi dolu bir genç olduğunu anlamak için yeterli.
Kısacık yaşamında, pek çok yetişkinin yapamadığını yapması; varoluş üzerine zihnini yorması ve içinden çıkamadığı kaosun sonucunda tüm okları acımasızca kendisine çevirmesi, onun oldukça yüksek sosyal zekasına ve kocaman yüreğine işaret ediyor. Belki de ifadeleri için de en can alıcı olanlardan biri “bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarımı, aylarımı harcamak istemiyorum” biçimindeki sözcükleri. Haksız kazanç sağlayanların o ev ve arabalardan nicelerini kısa sürede elde ettiği, emeği ile yıllarca çalışan çırpınanların yalnızca biri için bir ömrü harcadığı bir sisteme bundan daha güzel nasıl atıf yapılabilir ki? Ve yine çok anlamlı olanlardan diğeri de “biraz daha eğlenceli, daha yakışıklı, daha çalışkan mı olmam gerek. Hayat bunları istiyor. Benim bunları karşılayacak ne gücüm ne de umudum var” biçiminde olanı. Ambalajınızın ne kadar süslü, parlak olduğu ya da karşınızdakinin ne kadar işine yaradığınız, onu ne kadar eğlendirdiğiniz ölçüde benimsendiğiniz doğru değil mi?
Görünen o ki, bu gencecik zihin aslında pek çok kişinin çözemediklerini çözmüş ama anlamlandıramamış. Zaten nasıl anlamlandırılabilirler ki?
Bu mektup tarihe geçmesi gereken bir manifesto. Herkesin okuması ve herkesin kendisi ile yüzleşmesi gerekir. Tabii buna yetecek yürek ve cesaret varsa…