İbrahim Atlı
2020 yılı İstanbul’a hiç iyi gelmedi. Asya’dan Avrupa’ya birkaç dakikada seyahat edilebilecek bir konumda olan dünyanın gözbebeği İstanbul, bir yandan Korona’dan, bir yandan Gordion Düğümü’ne dönen trafikten, bir yandan siyasi belirsizlikten yılmış durumda. İstanbul’un kederinden bahsetmeden önce gelin güzelliklerinden bahsedelim.
Ah Güzel İstanbul
‘Dünyaya son defa bakacaksın deseler bu bakışı İstanbul’un Çamlıca tepesinden yapmak isterdim’ demiş Fransız şair Lamartine. 19. Yüzyılda söylenen söz bugün hâlâ geçerliliğini koruyor mu, yeni keşiflerle yeni manzaralar tercih ediliyor mu bilemeyiz ama, Çamlıca Tepesi İstanbul’da yaşayan ya da İstanbul’a ziyarete gelen herkesin ziyaret etmesi gereken bir yerdir. Tabii ki 19. Yüzyılın estetik değerini bugünlerde bulmak zor, nerede o ahşap işçiliği, nerede o taş oymacılığı. Bugün estetik yoksunu anlayışlar ile Çamlıca Tepesi’nden bakan bu ucubelere değil de, Galata Kulesi’ne, Kız Kulesi’ne, Dolmabahçe Sarayı’na, Topkapı Sarayı’na bakmaya çalışırsa İstanbul’un güzelliğini yine de görebilir. Eski İstanbul sokaklarını görmek isteyenler bir haftasonu Kuzguncuk’u da ziyaret edebilir. Ülkemizde hiç değilse ibadethanelere değer verildiği için sanat eseri sayılan camiler günümüze sağ salim gelebilmiş durumda. Ayasofya’yı da içine katarak, elinize Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur kitabını alıp camileri ve İstanbul’un çarşılarını gezip, “Ah güzel İstanbul. Ne de güzel şehirmişsin!” diyebilirsiniz.
Hasta Olan İstanbul
İstanbul’un yerinde olsaydık hepimiz ince hastalık olan Verem’e yakalanırdık. Ama İstanbul dayanıklıymış ki böyle hastalıklara pek aldırış etmedi. Kuş gribi, domuz gribi gibi hastalıkları metrobüsün çılgın insan kalabalığının ayakları altında ezerken, Korona denilen yarasa suratlı bir hastalığa yakalandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın belirttiğine göre, Türkiye’nin nüfusunu yüklenen İstanbul, %40 oranıyla da Türkiye’nin hastalık sayısını yüklenmiş vaziyette. Bugün İstanbul’un Korona haritasına baktığınızda sakin ilçeler Adalar, Çatalca, Beykoz ve Sarıyer dışındaki tüm iller, hastalığın çirkin kırmızı yüzüyle sırıtıyor.
Bu hastalığın aslında İstanbul’a yaradığı söylenebilir. Geçtiğimiz kış uygulanan sokağa çıkma yasakları ile insanların çevreye verdiği zararın boyutları gözler önüne serilmişti. Boğazın sahipleri Yunus balıkları güneşle buluşmuş, Uludağ ise Çamlıca Tepesi’ne selam verme fırsatı bulmuştu. Karidesler gibi sürü halinde toplu taşımaya dolup boşalan insanlar evlerine kapanınca sahilleri, boğazı, sokakları ile eski İstanbul ‘Ben buradayım’ demişti. Tabii bu manzaranın bir de bedeli vardı. Ekonomi insanları hallaç pamuğu gibi silkeledi. Drew Binsky adlı bir Youtuber ‘10 dolar ile Türkiye’de neler yapılabilir?’ gibi bir video içeriği hazırlamış. Sanırım o video her şeyi anlatıyor. Bizim 10 lira ile Amerika’da ne duruma düşeceğimizi hayal edince tüylerin diken diken olması kaçınılmaz. Bir de ‘I love country’ (Bu ülkeyi seviyorum) diyerek, bizim neden dış güçleri sevemediğimizi anlatıyor sanki. Artık İstanbul’a acımayıp, onun iyileşmesini istemekten başka bir dilekte bulunamıyoruz. Doğa ile insanın savaşında, insana sırt çevirmenin vahşiliğine yüz vermeyip, vahşice doğayı katletmelerine razı geliyoruz.
Müzmin Muhalefet İstanbul
İstanbul’da son yerel seçimlerde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu kazandı. Gümbür gümbür ses geldi. İstanbul bu gürültü ile dönüp şöyle bir baktı. ‘Acaba Fatih’in ruhu dirildi de bizim mi haberimiz yok diye.’ Ama geçen süre içinde Fatih’in ruhu değil tablosu geldi. Tabii ki ecdada saygı önemlidir. Ama bu biraz da ecdadın mirasına saygı duyarak sağlanamaz mı? İmamoğlu’nun ‘Nasıl başladı? / Nasıl bitti?’ başlığıyla başlattığı akım sadece başarılı bir pazarlama hamlesi. Başta Üsküdar olmak üzere diğer belediyeler bu olayı benimseyerek paylaşımlarda bulundular. İmamoğlu sanki Kadir Topbaş’ın ‘İstanbul’u bir şirket gibi yönetmeliyiz’ sözünü yaşatmak istercesine reklam kampanyacısı oldu çıktı. İstanbul ile ilgili bir gelişmede ‘Ben 16 milyonun başkanıyım. Bana haber vermiyorlar’ gibi mağdur edebiyatı yaparak insanlarda soru işaretleri bıraktı. Aynı partinin Ankara belediye başkanı Mahsur Yavaş ise Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne gidip istediği tüm hizmetleri onaylatıyor. Mahsur Yavaş’ın sessiz ve güçlü duruşuna karşı, gümbür gümbür gelen İmamoğlu’nun fıslaması haliyle ‘Dağ fare doğurdu!’ yorumlarına neden oldu. Çer çöp sorunu, su sorunu falan bunlar çözülür de, şu İstanbul’un trafiğini çözecek babayiğitin gelmemesi hiç mi hiç gündem olmuyor. Sanırım İstanbul’da iktidar kim olursa olsun, İstanbul hep müzmin muhalefet kalacak.