Mehmet Dursun Yazdı
Sanatın bütün dalları insandan insana giden en kısa, en etkin, en hızlı yoldur. İnsanlar seyrettikleri filmler, okudukları kitaplar, gezdikleri sergiler hakkında birbirleriyle konuşurlar.
Sinema özelinde konuşmak gerekirse, sıradan söylemin merkezinde değerlendirmeci bir konuşmalar yer alır. “O film müthişti! Bu yönetmen çok iyidir! Çok beğendim! Gerçekten mi? Ben o kadar da iyi olduğunu düşünmüyordum.” Vb. konuşmaları hepimiz duymuşuz veya yapmışızdır.
Aynı şekilde film eleştirmenleri de ana amaç olarak filmleri değerlendirmeyi, övgüler sunmayı veya yermeyi, filmlerin bilet ücretine değip değmediğini bildirmeyi benimserler. Online internet sitelerinin çoğalması ile birlikte sinema filmi izlemek bir reflex, bir rutin haline geldi.
Günde en az bir ana akım veya bağımsız sinema filmi mutlaka izler hale geldik. Modern dünyanın en büyük handikaplarından biri de konformist yeni nesil gençlerin öz benlikleri, anlam arayışı ve felsefenin en büyük sorusu olan ‘Neden’? sorusundan kopuşlarıdır. Anı çok hızlı yaşama, akışta kalma tutkusu gençleri düşünmekten ve soru sormalarından uzaklaştırıyor. Sokrates’ten sonra felsefenin erozyona uğradığını da düşürsek, kendine özgün düşünce adamı olan Fransız Gilles Deleuze’ün o ikonik ve sloganik söylemi FELSEFE ÖLDÜ YAŞASIN SİNEMA düşüncesi gerçekleşmiş görünüyor.
AYIN FİLMİ /ONİBABA: 1400’lerin ortaçağ Japonya’sı. Tam 50 yıl sürecek bir iç savaş bütün ülkede devam etmekte. Savaşın en büyük ve acımasız yıkımlarından biri olan açlık gerçeğine direnen bir yaşlı kadın ve gelininin, boyları üç metreyi bulan sazlıkların arasında tek odalı, samandan bozma evlerini görüyoruz. Savaş döneminde, baskın otokritik sistemin, toplumsal kültürel iklimini domine etmesi sebebiyle gündelik hayat içerisinde setleşen bu iki kadın, hayatlarını bölgelerine gelen, kaçak askerleri öldürüp, zırhlarını satıp, karşılığına yemek alarak kazanıyorlar. En insani içgüdü olan hayatta kalma güdüsünün altı film boyunca kalın çizgilerle çiziliyor.
1964 yapımı olan Onibaba/ Devil Woman usta yönetmen Kaneto Shindô’ya ait şiirsel bir kült-korku filmi. Korku filmi etiketi yapıştırıldığına bakmayın. Din, güç, aile, yalnızlık, korku, açlık, gençlik, yaşlılık kavramlarını büyük bir epik dil kullanmadan, savaş karşıtı bir dille, filmde özellikle hikaye ve karakter serim diline, ışık, gölge kullanımına, maske ile yaratılan biçimsel olarak ürkütücü atmosfere, korku hissine kaptıran ve aslında kendi de korkan bir yüz ifadesine sahip mask materyaline dikkat çekmek isterim.